GİRİŞ
“Birleşmiş Milletlerin uzmanlık örgütü olan Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) birçok farklı özelliği yapısında barındırmaktadır. UÇÖ ürettiği sözleşme ve tavsiyeler aracılığıyla uluslararası çalışma standartlarını oluşturur. Diğer yandan yetkili olduğu alanlarda üye ülkelere teknik yardım sağlama işlevi üstlenir. UÇÖ yirminci yüzyılda kurulmuş ve halen etkinlik gösteren en eski uluslararası örgütlerdendir. Örgütün Uluslararası Çalışma Konferansı, Yönetim Kurulu ve çeşitli komisyonlarının yapısı ve temel karar alma süreçlerinin büyük bir kısmı üçlülük ilkesine dayanmaktadır. Üçlülük ilkesi gereği her üye ülke iki hükümet temsilcisi yanında, bir işveren örgütü ve bir sendika temsilcisi tarafından temsil edilir. Hükümet, işveren ve çalışan kanatlarının katılımı ile gerçekleşen üçlülük ilkesine dayanan bu temsil yapısı başkaca bir uluslararası örgütte bulunmamaktadır (Van Daele, 2010: 13-14).
Kurulduğu 1919 yılından bu yana 100 yıla yakın süre geçen UÇÖ’ nün oluşumunda ilk sanayileşmiş ülkelerdeki çalışma koşulları, I. Dünya Savaşı ve savaş sırasında gerçekleşen Sovyet devrimi ile bu devrimin dünya üzerindeki yansımaları etkili olmuştur. Evrensel ve kalıcı barışın ancak sosyal adalet temelinde sağlanabileceği gerçeğini kabul etmiş olan Örgüt, sosyal adaletin sağlanması için özellikle çalışma koşullarının iyileştirilmesini amaçlamıştır. Uzun geçmişi boyunca Örgüt birçok eleştirinin, küçümsenin hedefi olduğu gibi övgüler de almıştır. Örgütün etkinlikte bulunduğu zaman içinde dünyada sosyal adalet değer ve amacını, çalışma koşullarını etkileyen önemli ekonomik, sosyal ve siyasal değişimler birçok kereler yaşanmıştır. Örgüt bir yandan bu değişimleri etkileyen aktörlerden biri olurken, diğer yandan değişimlerden etkilenmiş, yeni ve değişen koşullara uyum sağlamak için kendisini uyarlamak zorunda kalmıştır (Van Daele vd., 2010: 10).
Anayasa, sözleşme ve tavsiyeler yanında, Örgütün yetki ve görev alanıyla ilgili konulara ilişkin bildirgeler, kararlar, protokoller, uygulama kodları, rehberler, komisyonlar ile komitelerin karar ve sonuçları biçiminde çeşitli nitelikte ve farklı hukuksal güçte resmi belgeleri bulunmaktadır (Gülmez, 2008: 205-26; ILO, 2006: 79-80).
Bildirge kabul edilmesi Örgütün özel konu ya da önemli durumlarda ender olarak başvurduğu bir yöntem olarak bilinmekle birlikte, biri 1998 diğeri 2008 yılında olmak üzere kısa bir süre içerisinde iki bildirgenin kabul edilmiş olması uluslararası sosyal politika alanında dikkatlerin bildirgelere çevrilmesine yol açmıştır. 1919-1974 yılları arasında (ilk 55 yıl boyunca) yalnızca iki bildirge kabul edilmişken, 1975-2013 döneminde (son 38 yıl boyunca) kabul edilen bildirge sayısı dörttür. Son dönemde kabul edilen dört bildirgeden üçünün konusu doğrudan küreselleşme bağlamında sosyal adalet arayışını içermektedir.
Uluslararası çalışma sözleşmelerinin oluşturulması temel görevini üstlenen UÇÖ, küreselleşme sürecinde yeni sözleşmeler kabul edilmesi ve kabul edilen sözleşmelerin üye devletlerce onaylanması alanında sıkıntılar yaşamıştır. Yeni kabul edilen sözleşme sayısının azalması, bu duruma karşılık Bildirge sayısının ve kabul sıklığının artma eğilimi göstermesi Örgütün kural oluşturma sürecine yumuşak (soft) hukuk yaklaşımının egemen olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir (Gülmez, 2013: 106-107; Baccaro- Mele, 2012: 198-200, 202-205).
Bildirgeler üye devletlere Örgütün anayasasında belirtilen ve üye olmaktan kaynaklanan hukuki yükümlülükler dışında ek bir yükümlülük yüklemez. Bildirgeler belirli ilke ve değerlere verilen önemi yetki çerçevesinde ve resmi olarak belirtmek veya yeniden bağlılığı duyurmak için Konferans veya Yönetim Kurulu tarafından alınan kararlardır. Sözleşmelerin aksine üye ülkelerce onay gerektirmeyen Bildirgeler, Örgüt ve üye devletler için simgesel, ahlaki ve politik anlamda bir amaç beyanı ve yol göstericilik işlevleri de üstlenir.
Birleşmiş Milletler ve UÇÖ’nün dayandığı uluslararası hukuk sistemi bakımından bildirge ile sözleşme arasında önemli ayrımlar vardır. Bildirgeler, sözleşme olarak adlandırılan uluslararası çalışma standartlarının niteliklerini taşımamaktadır. Bildirgelerin hazırlanması ve kabulü sürecindeki prosedürler, sözleşmelerin kabulü sürecindeki prosedürlerden farklıdır (Bronstein, 2009: 96-102).
Özellikle 1998 ve 2008 yıllarında kabul edilen son iki bildirgenin doğrultusunda UÇÖ bildirgelerinin hukuki niteliği belirginleşmektedir. Bildirgeler belirli hak, ilke ve değerleri Örgüt içinde ve üye ülkeler ile uluslararası kamuoyu nezdinde destekleme, tanıtma, dikkat çekme, özel olarak önem verme gibi işlevler yerine getirmektedir. Bildirgeler ve bildirgelerin içerdiği hak, ilke ve değerler Örgütün Anayasasından kaynaklanmaktadır. Üye ülkeler Anayasayı gönüllü olarak onaylamış ve uymayı kabul etmiştir. Bu nedenle Örgütün Anayasası gereği ve iyi niyet kuralları uyarınca üye ülkelerin bildirgelerin içerdiği hak, ilke ve değerlere saygı göstermesi, geliştirmesi ve gerçekleştirmesi esastır.
Saygı gösterme bildirgede yer alan hak ve ilkeleri gerçekleştirme konusunda siyasi bir kararlılığa sahip olma anlamını içermektedir. Saygı göstermeden soyut nitelikte yalın olarak dile getirilmiş –öylesine ifade edilmiş- sözler anlaşılmamalıdır. Geliştirmeden ise var olan durumda olumlu bir değişim sağlamak amacıyla gerçekleştirilen eylem ve programlar aracılığıyla hak ve ilkelerin aktif olarak desteklenmesi kast edilmektedir. Gerçekleştirme bireylerin ve ailelerin günlük yaşamında, işyerinde ve toplumda hak ve ilkelerle ilgili somut iyileşmenin sağlanması anlamına gelmektedir (Gülmez, 2008: 331-332; ILO, 2004: 2). Bu süreçte değişim, değişimin değerlendirilmesi, bilincin arttırılması için sürekli bir çaba yanında, başlangıç noktası ne olursa olsun hak ve ilkelerin gerçekleştirilmesinde sürekli bir ilerleme amaçlanmalıdır (ILO, 2004: 2).
Uluslararası hukukta sözleşmeler katı (hard) hukuk kaynakları olarak değerlendirilirken, bildirgelerin yumuşak (soft) hukuk niteliği taşıdığı belirtilmektedir (Ali-Nair, 2011: viii). Ancak UÇÖ’nün sözleşme sisteminin tam anlamıyla katı hukuk yapısının özelliklerini taşıdığını söylemek de güçtür. Özellikle denetim ve izleme yöntemlerinin niteliği ile eksik, sınırlı ve yetersiz bir yaptırım mekanizmasının var olması sözleşme sisteminin katı hukuk özelliğini zayıflatmaktadır. Katı hukuk özelliğini belirginleştiren en temel unsur ise UÇÖ sözleşmelerini onaylayan ülkelerin sözleşme hükümlerini uygulama zorunluluğudur.
Örgütün bildirgeleri, üye ülkelerce onaylandıktan sonra uygulanması zorunlu olan sözleşmelerden ayrılır. Bir görüşe göre Bildirgelerde konu edinilen hak ve ilkeler ile ilgili sözleşmeleri onaylamayan ülkelerin sadece hak ve ilkelere saygı gösterme, geliştirme ve gerçekleştirme yükümlülüğü bulunurken, sözleşmeleri onaylayan ülkelerin sözleşme hükümlerini uygulama yükümlülüğü bulunmaktadır (Bronstein, 2009: 96-102).
Kuruluşundan bu yana UÇÖ’nün organları tarafından kabul edilmiş altı bildirge bulunmaktadır[1]. UÇÖ’nün en yetkili ve üst karar organı olan Uluslararası Çalışma Konferansı (UÇK) sözleşme ve tavsiyeler biçiminde uluslararası çalışma standartlarını belirlemektedir. Sözleşme ve tavsiyeler yanında, Konferans özel önem verdiği ve yetkisi içerisinde yer alan konularda Bildirge de kabul edebilmektedir. Bildirgeler, UÇK’nın kabul ettiği resmi, ancak üye ülkelerce onaylanması gerekmeyen kararlardır.
UÇK tarafından kabul edilen ve sayıları beşe ulaşan bildirgeler şunlardır:
- (i) UÇÖ’nün Amaç ve Hedefleri Bildirgesi (Filadelfiya Bildirgesi) (1944)
- (ii) Güney Afrika Cumhuriyeti’nin “Irkçılık” Politikasıyla İlgili Bildirge (1964)
- (iii) Kadın Çalışanlar İçin Fırsat ve İşlem Eşitliği Bildirgesi (1975)
- (iv) Çalışmaya İlişkin Temel Haklar ve İlkeler Bildirgesi (1998)
- (v) Adil Bir Küreselleşme İçin Sosyal Adalet Bildirgesi (2008)
Diğer yandan bildirgeler UÇÖ içerisinde yalnızca Konferans tarafından kabul edilmemiş, istisnai bir durum olmakla birlikte, Örgütün yürütme işlerinden sorumlu Yönetim Kurulu (YK) tarafından kabul edilmiş bir bildirge de bulunmaktadır:
- (vi) Çokuluslu İşletmeler ve Sosyal Politika ile İlgili İlkeler Üçlü Bildirgesi (1977)
Bu çalışmada öncelikli olarak kabul edildikleri tarihe göre bildirgelerin kabul edilme nedenleri ve koşulları kısaca açıklanacak, içerikleri ile öngörülmüşse izleme yöntemleri hakkında bilgi verilecektir. Ardından bildirgeler -özelliklede son iki bildirge- hakkında değerlendirme yapılarak çalışma sona erecektir.”
ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜNÜN AMAÇ VE HEDEFLERİ BİLDİRGESİ -FİLADELFİYA BİLDİRGESİ- (1944)
KADIN ÇALIŞANLAR İÇİN FIRSAT VE İŞLEM EŞİTLİĞİ BİLDİRGESİ (1975)
GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ’NİN “IRKÇILIK” POLİTİKASIYLA İLGİLİ BİLDİRGE (1964) BİLDİRGE (1977)
ÇOKULUSLU İŞLETMELER VE SOSYAL POLİTİKA İLKELERİ KONUSUNDA ÜÇLÜ BİLDİRGE (1977)
ÇALIŞMAYA İLİŞKİN TEMEL HAKLAR VE İLKELER BİLDİRGESİ (1998)
ADİL BİR KÜRESELLEŞME İÇİN SOSYAL ADALET UÇÖ BİLDİRGESİ (2008)
DEĞERLENDİRME
“UÇÖ’nün bildirgeleri üye ülkelerce onay gerektirmeyen yol gösterici nitelikte “yumuşak hukuk” (soft law) belgeleridir (Gülmez, 2013: 106; Baccaro-Mele, 2012: 202–205). Bu bakımdan bildirgeler üye devletin onayından sonra uyma yükümlülüğü doğuran katı hukuk (hard law) özelliği gösteren sözleşmelerden ayrılır. Bildirgeler içerdikleri hak ve ilkeleri üye devletlere zorla uygulatan ve yaptırım öngören herhangi bir yönteme yer vermez. Bildirgeler Konferansın politik iradesini duyuran resmi karar metinleri olarak da ele alınabilir (Diller, 2012: 30). Ancak Bildirgelerin üye ülkelerin onayladığı Anayasadan kaynaklanması nedeniyle, tüm üyelerin Bildirgelerin düzenlemelerine Anayasa ve iyi niyet kuralları gereği saygı gösterme, geliştirme ve gerçekleştirme yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Bu özelliği itibariyle Bildirgeler üye devletlere, Örgütün Anayasasında önceden var olan yükümlülükler dışında herhangi bir ek veya yeni yükümlülük yüklemez.
Yüzyıla yaklaşan geçmişinde Örgütün kabul ettiği altı bildirge konu ve işlev yönünden bakıldığında gerçekte üç ayrı alandaki değişimlere uyum sağlama çabasını simgelemektedir.
- Dünya Savaşı sonrası koşullara uyum sağlamak ve beklentileri karşılamak amacıyla hazırlanmış Filedalfiya Bildirgesi, insan haklarına ilişkin uluslararası hukukun gelişiminde ve sosyal devletin kurumsallaşmasında temel bir işlev üstlenmiş, Örgütün yenilenmesini sağlamıştır. Günümüzde Filedalfiya Bildirgesi Anayasa ile bütünleşmiş olması bakımından hukuksal olarak yürürlülükte, bağlayıcı, içerdiği değerler bakımından ise yol gösterici ve günceldir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini konu edinen ve amacına ulaştığı için yürürlükten kaldırılan ırkçılığa karşı çıkan bildirgeler ise, sosyal devletin kurumsallaştığı dönemde ayrımcılık karşısında fırsat ve işlem eşitliğini güvence altına alma ortak amacına yöneldiklerinden, insani bakımdan önemli ve özel bir konuya odaklanmıştır. Bu konuda halen dünyada sorunlar varlığını sürdürmekle birlikte, ayrımcılığın önlenmesi ve eşitliğin sağlanması amacına dönük hem ulusal, hem de uluslararası hukukta ve sosyal politika önlemlerinde gelişmeler sürmektedir.
Çokuluslu işletmeleri, çalışmaya ilişkin temel hakları ve adil bir küreselleşme amacını içeren son üç bildirge ise konu, işlev ve amacı bakımından küreselleşmenin ortaya çıkardığı sorunlara karşı geçerli bir yanıt üretme çabasının ürünüdür. Ancak bildirgelerin ortak özelliği küreselleşme karşıtı bir içeriğe sahip olmamasıdır. Bildirgeler küreselleşmenin yararlarını geliştirirken, olumsuzluklarını azaltmaya yönelik bir yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşım küreselleşmenin doğurduğu yarar ve olumsuzlukların herkes tarafından adil bir biçimde paylaşılmasının gerektiği ilkesini içermektedir. Ancak bu bildirgeler ne Örgütün yenilmesinde, ne de sorunlara yanıt üretmede yeterince etkili olamamıştır.
Çokuluslu işletmeler ile sosyal politika arasındaki ilişkiyi çok erken dönemlerde kuran Yönetim Kurulu bildirgesinin, değer ve ilkeler yönünden günümüzdeki sorunlara yanıt verebileceğine, işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarında anahtar bir işlev üstlenebileceğine ilişkin değerlendirmeler bulunmaktadır. Ancak hem izleme yönteminin yetersizliği, hem de örgütün geleneksel denetleme, yönetim, yetki ve sorumluluk yapısının bu bildirgenin yaşama geçmesine olanak vermediği görüşü belirgindir.
Çalışmaya İlişkin Temel Haklar ile Adil Bir Küreselleşeme bildirgeleri, Filedalfiya Bildirgesinin aksine, iyi niyete dayanan ve yol gösterici belgelerdir. Örgütün değer ve ilkeler ile konu ve işlev sisteminde bir kapsam genişlemesine, yenilenmeye yol açmadığı gibi, yapısal bakımdan veya yetki yönünden bir gelişmeye de olanak vermemiştir. Her iki bildirgenin içerdiği raporlara dayalı izleme yöntemi bir yenilik olarak değerlendirilse de, aslında rapora dayalı izleme yönteminin ilk basit uygulamasının 1964 tarihli ırkçılık karşıtı bildirgede yer aldığı söylenebilir.
Bildirgelerin kabul edildiği tarihsel koşulların göz önünde bulundurulması da önemlidir. Gerçekten Filadelifya Bildirgesi büyük bir ekonomik çöküntü sonrasında ve II. Dünya Savaşı koşullarında kabul edilmiş, sosyal hakların kurumsallaştığı refah devletinin güçlü olduğu bir dönemde yaşama geçirilmiştir. Filadelifya Bildirgesinin aksine Çalışmaya İlişkin Temel Haklar ile Adil Bir Küreselleşeme bildirgeleri çalışanlara ilişkin haklara ve çalışanları koruma amaçlı politikalara hükümet ve işverenlerce “sıcak” bakılmayan bir dönemde kabul edilmiştir (Gomes, 2009: 23). UÇÖ’nün geçmişte dayandığı ve oluşumuna katkı sağladığı güç dengesi değişime uğramıştır. Artan göç, ticaret politikaları, üretimin yerelleşmesi, yeni teknolojilerin uygulanması, çalışma ilişkilerinin yürütüldüğü ulusal ve uluslararası çerçevenin değişmesi, bir başka deyişle küreselleşmenin yoğunlaşması çalışanların korunmasını güçleştirmektedir (Gomes, 2009: 26).
Son iki bildirgenin kabul edilmesine yol açan süreç gerçekte Örgütün ulusal işgücü piyasaları için asgari nitelikte olmazsa olmaz standartlar üretmeye dönük tarihsel işlevinin zayıflamasıyla başlamıştır. Çalışmaya İlişkin Temel Haklar Bildirgesi kimilerince zafer olarak görülmesine rağmen, gerçekte bu nitelemenin aldatıcı olduğu belirtilmektedir. Buna göre Bildirge Örgütün standart oluşturma işlevinde önemli bir geri çekilmeyi simgeler (Standing, 2010: 307-318). Bildirgelerin öne çıkarılması yanında tavsiyelere ağırlık verilmeye başlanması ile birlikte uluslararası çalışma sözleşmelerinin katı hukuk özelliği içeren yapısından uzaklaşıldığı, yerine yumuşak hukuk yaklaşımının ve araçlarının egemen olmaya başladığı belirtilmektedir (Gülmez, 2013: 106). Bu durum UÇÖ’nün ve sözleşme sisteminin gücünü ve işlevlerini arttırmak bir yana azaltmaktadır.
Bildirgelerin kabul sıklığının ve bildirgelere verilen önemin artması, sözleşmelerce düzenlenmiş ve asgari nitelikleri hüküm altına almış haklar ile bildirgelerde dile getirilen ilkeler arasında bir ayrımın yapılmasına yol açmaktadır. Buna göre sözleşmelerde ayrıntılı bir biçimde belirtilmiş olan hakların hukuksal nitelikleri ve yasal asgari yükümlülükleri tam olarak belirgindir. İlkeler ise, hakların aksine genel bir amacı, bir yönelişi ifade etmektedir. Üye ülkeler bu amaca ulaşmak için uygulamaya geçirecekleri önlemlerde Anayasaya ve iyi niyet kurallarına aykırı düşmeksizin serbestliğe sahiptir (Baccaro-Mele, 2012: 204).
Özellikle Çalışmaya İlişkin Temel Haklar Bildirgesine yöneltilen eleştirilere burada kısaca değinmekte yarar vardır. Bildirgede yer alan temel hakların seçimi ve belirlenmesi tarafsız bir biçimde yapılmamıştır. Bildirgede konu edinilen temel hakların “sivil” ve “siyasal” nitelikleri baskın olan insan haklarından seçildiği, Bildirgede “sosyal” niteliği baskın olan insan haklarının temel olarak seçilmediği görüşü ileri sürülmektedir (Alston- Heenan, 2004: 25). UÇÖ tarihsel olarak sivil, siyasal, ekonomik ve sosyal nitelikli insan haklarının bir bütün olduğunu, hakların birbirlerinden ayrılamayacağını savunmuştur. Ancak Bildirge ile Örgüt bu çizgisinden uzaklaşmıştır (Alston- Heenan, 2004: 24-27).
Sınırlı sayıda belirlenmiş sözleşmelerin içerdiği hak ve ilkelerin, bunlarla ilgili sözleşmelerin temel olarak nitelenmesi, temel olarak nitelenmeyen hak ve ilkeler ile sözleşmeler sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum insan haklarının bölünmezliği, birbirlerine karşılıklı bağlı olduğu ve aralarında bir hiyerarşi, bir öncelik olmadığı, tümünün eşit önemde olduğuna yönelik ilkelere aykırı bir yaklaşımı barındırmaktadır (Alston-Heenan, 2004: 26; Standing, 2010: 307-318). İnsanın çalışmadaki haklarının bir kısmını temel olarak sınıflandırmak temel olarak adlandırılmayan diğer haklarının ötekileşmesine, yalıtılmasına ve önemsizleştirilmesine yol açma tehlikesi taşımaktadır. Açıktır ki temel haklar içerisinde belirtilmeyen sosyal güvenlik, sağlık ve güvenlik, asgari ücret, çalışma süresi gibi birçok çalışmayla ilgili insan hakkı vardır. Temel haklar söylemi bu hakları ikinci plana itmektedir (Weiss, 2007: 77-78).
Bu nedenle Bildirge daha geniş çalışan haklarını içeren bir gündem yerine, dört temel hak ile sınırlı daha dar bir alana odaklanmış bir yaklaşıma geçilmesini işaret etmektedir. Çalışmayla ilgili haklara yönelik ihlallere geçerli kurumsal bir yanıt verme ve katı hukuksal yükümlülükler temelinde bir işleyişten çok, tanıtım ve desteklemeye dayalı yumuşak hukuk tekniğinin baskın olduğu bir sisteme doğru geçilmektedir. Bu anlamda standartların sözleşmelerle tanımlanması yaklaşımı yerini gelip geçici çözümler üretmeye çalışan eğreti bir yaklaşıma bırakmaktadır (Alston- Heenan, 2004: iii).
Çalışmaya İlişkin Temel Haklar Bildirgesi sonrasında çalışmaya ilişkin temel hak ve ilkeleri düzenleyen sözleşmeleri onaylayan ülke ve sözleşmelerin onay sayısı artmıştır. Ancak bu alanda halen önemli eksiklikler vardır. Hem nüfus hem de işgücünün sayısal büyüklüğü bakımından olduğu kadar politik ve ekonomik önemi bulunan bir grup ülke halen sözleşmelerin bir kısmını, özellikle sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık ile ilgili olanları onaylamamıştır (Eren, 2008: 303-335). Gerçekten de en düşük onay sayısına sahip olan 87 sayılı sözleşmeyi 187 ülkenin 154’si onaylarken, 33’ü onaylamaktan imtina etmektedir. Bu 33 ülke arasında ABD, Çin, Hindistan, G. Kore, İran, Suudi Arabistan, Tayland, Vietnam, Malezya, Yeni Zelanda, Brezilya, Özbekistan, Irak, Ürdün, Katar gibi toplamda dünya nüfus ve işgücünün önemli bir payını barındıran ülkelerde yer almaktadır (Tablo 1a). Diğer yandan bölgesel olarak bakıldığında Asya ve Arap devletleri arasında temel sözleşmelerin onay eksikliği dünyanın diğer bölgelerine göre önemli derecede belirgindir (Tablo 1b). Bu nedenle toplam onay sayısı bakımından bildirge sonrasında gerçekleşen olumlu gelişmeler, onayların evrensel ölçekteki yaygınlığını tam olarak sağlamaktan uzaktır. Ancak sözleşmelerin onay sayısındaki artış onaylayan ülkelerde sözleşme hükümlerinin etkili ve geçerli bir biçimde tam olarak uygulandığı, çalışma koşullarının ilgili konularda gerçekten bir iyileşme ve gelişme yaşandığı anlamına gelmemektedir (Eren, 2008: 303-335).
Adil Bir Küreselleşme Bildirgesinin bir yanıyla 1998 yılından sonra temel haklar konusunda Örgüte yöneltilen eleştirileri karşılamak amacıyla da kabul edildiği söylenebilir. Buna göre dört temel hak ve ilkeyi içerecek biçimde diğer çalışmaya ilişkin ilkelerinde Adil Bir Küreselleşme Bildirgesinde yer aldığı görülmektedir. Ancak Bildirgede belirtilen işin niteliksel unsurlarını oluşturan ilkeler uluslararası çalışma sözleşmelerinde yer alan üye devleti bağlayan uygulanabilir somut standartların özelliğini taşımaktan uzaktır. Diğer yandan uygun işin yaşama geçirilmesine ilişkin ulusal çerçevenin sözleşmelerin içerdiği evrensellikten uzaklaşarak yerel koşullara ve gereksinimlere bırakıldığı görülmektedir. Bu anlamda uygun işin yaşama geçirilmesi uluslararası çalışma standartlarının hükümleri ve ilklerine bağlı kalmak koşuluyla ulusal ölçekte hükümet, işveren ve sendika yapıları arasındaki sosyal diyalog işleyişine göre belirlenir.
En son kabul edilen Adil Bir Küreselleşeme Bildirgesinde, tam olarak Çalışmaya İlişkin Temel Haklar Bildirgesinde olduğu gibi olmasa da sözleşmeler arasında “yönetişim bakımından önde gelen” sözleşmeler biçiminde bir sınıflandırılma yapılmıştır[1]. Ancak burada belirtilmesi gereken önemli nokta Örgütün Anayasasında “temel” veya “önde gelen” olarak nitelenen ilkeler, haklar ve sözleşmeler bulunmamakta, aksine Anayasa tüm standartların eşitliğine yaslanmaktadır. 2008 yılında kabul edilen Adil Bir Küreselleşme Bildirgesinin üzerinde 5 yıl geçmiş olmasına rağmen, yönetişim bakımından öncelikli olarak kabul edilen sözleşmelerin onay sayısında ki eksiklik belirgindir (Tablo 2).
Dünyada insan hakları terimlerinin ve insan hakları hareketinin kurumsallaşmasından çok önce, UÇÖ çalışmada insan haklarını, özelliklede insan haklarının uluslararası gelişimini tanımış ve bu konudaki gelişmelere öncülük etmiştir (Bellace, 2011: 28). UÇÖ, I. Dünya Savaşı hemen sonrasında kurulmuş ve II. Dünya Savaşı sonrasında da varlığını süründürebilmiş bir örgüttür. Bu uzun tarihsel süreç içerisinde değişen koşulların meydan okumalarına dayanabilmiş ve çözümler üretebilmiştir. Oldukça etkili olduğu dönemler yanında, etkisini yitirdiği zamanlar da olmuştur. Ancak yaklaşık son otuz yılda kendisinden beklenilenleri yerine getirmede yetersiz kaldığı gibi, uluslararası sosyal politikanın etkili örgütü olma yolunda yenileme de sağlayamamıştır. Gelecek yıllarda UÇÖ varlığını sürdüreceğini öngörmek güç olmamakla birlikte, etkili bir yapı niteliği taşıyıp taşımayacağına yönelik kuşkular ve eleştiriler vardır.
Gerek bireysel veya toplu anlamda olsun, gerekse işyeri, sektör, ulusal veya uluslararası ölçekte olsun çalışma ilişkisinin tarafları arasında hali hazırda bulunan güç dengesizliği var oldukça, UÇÖ’nün yalnızca kendi içerisinde bildirgelere yansıyan çabalarla yenilenmesi ve etkili olması olanaklı görünmemektedir. Örgüt içindeki ilgili çevreler, değişen ve yeni koşulların ortaya çıkardığı sorunlara yanıt üreten Anayasal değişikler ile denetim ve izleme süreçlerinde geçmişin deneyimlerinden yola çıkan köklü yenilikleri yaşama geçirmek zorundadır.”