Türkiye’de Ücretsiz Aile Çalışanlarının (Katkıda Bulunan Aile Çalışanları) İstihdam ve Sosyal Politikadan Dışlanması/Recep Kapar

(içinde) Prof. Dr. Ercan Güven’e Armağan, Emeğin Hallerine Dair Yüzleşmeler (Derleyenler: Aytül Ayşe Cengiz-Banu Uçkan Hekimler), Yeni İnsan Yayınları, İstanbul, 2023.

https://yeniinsanyayinevi.com/kitaplarimiz/emegin-hallerine-dair-yuzlesmeler/

GİRİŞ
İstihdam edilenlerin işteki durumları, diğer bir deyişle çalışma statüleri, “ücretli, maaşlı veya yevmiyeli”, “ücretsiz aile çalışanı”, “işveren” ve “kendi hesabına çalışan” biçiminde sınıflandırılmaktadır. Sosyal politika önlemleri, her ne kadar günümüzde toplumun tümünü kapsama amacında olsa da tarihsel olarak ücretli çalışanları koruma amacı etrafında ortaya çıkmış ve kurumsallaşmıştır. Sosyal politikanın ilk ortaya çıktığı ve kurumsallaştığı ülkelerde kapitalizmin gelişimi ve ücretli istihdamın hızla artması nedeniyle ücretsiz aile çalışanlar önemini yitirmiştir. Bu bağlamda kapitalizmin geliştiği ülkelerde ücretsiz aile çalışanlarına yönelik sosyal politikalara gereksinim duyulmamaktadır. Ancak gelişmemiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ücretsiz aile çalışanları istihdamda dolayısıyla ekonomide ve insanların geçim olanaklarına erişmelerinde önemli bir yer tutmaktadır. Sosyal politikalar, ücretli çalışan-işveren-devlet ekseninde kurumsallaşırken açık bir işvereni olmayan ve ücret geliri elde etmeyen bu çalışan grubunun ekonomik ve sosyal olarak korunmasındaki eksiklik ve yetersizlikler, öteden beri çözümsüz olarak varlığını sürdürmektedir. Ücretsiz aile çalışanları, istihdamdaki en kırılgan, zayıf ve güvencesiz çalışan grubunu oluşturmaktadır. Türkiye’de ücretsiz aile çalışanları zaman içerisinde sayısı ve istihdam içindeki oranı azalmasına rağmen halen işgücü piyasasının önemli ve yapısal bir tabakasını oluşturmaktadır. Bu çalışan grubu, işgücü piyasasının en güvencesiz kesiminde yer almaktadır. Uygulanmakta olan sosyal politikaların tamamına yakın bir kısmından dışlanmış durumda olan ücretsiz aile çalışanları için özel sosyal politikalar geliştirme yönünde atılmış adımlar da bulunmamaktadır. Bu kitap bölümün amacı, Türkiye’de ücretsiz aile çalışanların işgücü piyasasındaki konumlarını ve uygulanan sosyal politikaların bu çalışan gurubunu korumadaki eksiklerini incelemektir. Öncelikle kavramsal bir değerlendirme yapılarak ücretsiz aile çalışanının nasıl tanımlandığı açıklanacaktır. Ardından ücretsiz aile çalışanlarının işgücü piyasasındaki, özellikle de istihdamdaki yeri niceliksel verilere bağlı olarak ele alınacaktır. Bağlı olarak ücretsiz aile çalışanı istihdamında yaşanan gerilemenin dışlanma üzerindeki olumsuz etkileri tartışılacaktır. Son kısımda ise ücretsiz aile çalışanlarının karşılaştıkları yoksulluk, çalışmada sağlık ve güvenlik, sosyal güvenlik, çıkarlarının temsili ve aile içinde gelir dağılımı, servet ve sermaye paylaşımı konuları ve bunlarla ilgili sosyal politika yetersizliklerine değinilecektir.

  • Kavramsal SorunUluslararası Eğilimler
  • Türkiye’de Ücretsiz Aile Çalışanlarının Özellikleri
    • Kadın Emeği ve Toplumsal Cinsiyet
    • Genç ve Yaşlılar
    • Eğitim Durumu
    • Çocuk Emeği
  • İşgücü Piyasasından ve İstihdamdan Dışlanma
  • Çalışmada Sağlık ve Güvenlik
  • Çalışan Yoksulluğu
  • Sosyal Güvenlik
  • Aile İçinde Gelir Dağılımı, Servet ve Sermaye Paylaşımı
  • Çıkarların Toplu Temsili

SONUÇ
TÜİK tarafından ve Türkçe öğretide kullanılan “ücretsiz aile işçisi” kavramı yerine “ücretsiz aile çalışanı” veya “katkıda bulunan aile çalışanı” kavramlarını kullanmak uygun olacaktır. Uluslararası öğreti bu yöndedir. Özellikle “katkıda bulunan aile çalışanı” kavramı yaygınlık kazanmaktadır. Ücretsiz aile çalışanlarının sayısal ve oransal olarak azalması, uygun işlerde yeni istihdam yaratılmasından çok işgücü piyasası ve istihdamdan dışlanmadan kaynaklanmaktadır. Ücretsiz aile çalışanlarının üçte ikisinin kadınlardan oluşması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu ve göstergesidir. Bu durum ülkedeki cinsiyetçi bir işgücü piyasası ve işleyişine dair en önemli kanıtlardan birisidir. Bu çalışan grubu içinde yaşlılar ile genç erkeklerin oranı artma eğilimindedir. Ayrıca geçmişte ücretsiz aile çalışanlarının en belirgin özelliklerinden biri olan eğitimsizlik veya düşük eğitim düzeyi varlığını korurken lise ve yüksek öğretim mezunlarının ücretsiz aile çalışanları içindeki oranı yükselme eğilimi göstermektedir. Ücretsiz aile çalışanlarının büyük bir çoğunluğu, sayıları azalmakla birlikte halen tarım kesiminde istihdam edilmektedir. Buna rağmen hizmet sektöründe sınırlı düzeyde olan ücretsiz aile çalışanlarının sayısı ve oranı artma eğilimi taşımaktadır. Yoksulluğu azaltma ve gelir dağılımını düzeltmeye yönelik ekonomik ve sosyal politikalar mutlaka ücretsiz aile çalışanı statüsünün geleneksel biçimleri yanında yeni biçimlerini, yüksek orandaki ücretsiz çalışan yoksulluğunu ve bu yoksulluğun gerilemeye karşı direncini göz önünde bulundurmak zorundadır. Sayıları ve istihdam içindeki oranları azalsa da işgücü piyasasının önemli bir katmanını oluşturan ücretsiz aile çalışanları içinde bulundukları kötü yaşam ve çalışma koşuları karşısında kamunun koruyucu destek ve müdahalesine gereksinim duymaktadır. Uygun sosyal politikaların bulunmaması kadın ve gençlerin ekonomik ve sosyal dışlanmasını arttırmaktadır. Bu çalışma statüsünün özgünlüklerini gözeten kapsamlı sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanması toplumsal cinsiyet eşitsizliğin giderilmesi, sosyal gelişme ve refahın sağlanması için zorunludur. Bu politikalar, istihdamdan dışlanmayı önleyici, çalışmada sağlık ve güvenlik sağlayan, uygun ve yeterli sosyal güvenliği erişimi güvence altına alan ve aile içi ilişkilerde ekonomik istismarın önüne geçen nitelikler taşımalıdır. Ücretsiz aile çalışanlarını kapsayan sosyal politikaların geliştirilmesi için hem uygulamada hem de bilimsel alanda çok daha fazla ve yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.

Türkiye’de Çalışma Karşılığında Yapılan Sosyal Yardım Uygulamaları ve Etkileri/Recep Kapar

(içinde)Türkiye’de Sağlık ve Sosyal Güvenlik: İnsana Karşı Piyasa, (Der.) Gülbiye Yenimahalleli Yaşar, Asuman Göksel, Ömür Birler, NotaBene Yayınları, İstanbul, 2017.
https://notabene.com.tr/urun/insana-karsi-piyasa-turkiye-de-saglik-ve-sosyal-guvenlik/

GİRİŞ

“Dünya genelinde sosyal yardımları, istihdam programları ile ilişkilendirmeye dönük eğilimler son yıllarda güçlenmiştir. Bu çerçevede çalışma gücü bulunan fakat çalış(a)mayan veya yoksul olanların sosyal yardımlardan yararlanabilmesi için çalışma/istihdam programlarına katılma zorunluluğu getiren uygulamalarda bir artış görülmektedir. Sosyal yardımlar alanında beliren “refah karşılığında çalışma” veya “çalışma karşılığında refah” olarak adlandırılan bu eğilim, kimi durumlarda “çalıştırmacı” (workfare) uygulamalar biçiminde de nitelenebilmektedir.

Tarihsel olarak sosyal yardım programlarının yetersiz olduğu Türkiye’de, yakın geçmişte sosyal yardım alanında bir dizi yenilik uygulanmış ve sosyal yardımların türleri arttırılmış, kapsamları genişletilmiştir. Ancak yaşama geçirilen bu yenilik ve genişlemenin, sosyal güvenlik hakkının gerçekleştirilmesi yönünde bir ilerleme anlamına gelmediği de açıktır. Bir başka deyişle sosyal yardım alanında yaşanan süreç çok sayıda önemli olumsuz etkiyi ve sonucu doğurmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de son yıllarda çalışma karşılığında yapılan sosyal yardımlarda artış ve kurumsallaşma görülmektedir. Bunlar arasında ilk akla gelenler “toplum yararına (çalışma) programları” ile “işbaşı eğitim programları” dır. Ancak Türkiye’de uygulanan çalışma karşılığında yardım programları sadece bu iki programla sınırlı değildir. Bu bildiride inceleme konusu yapılmayacak olan ve 450 bin aşkın kişiye düzenli gelir desteği sunan “evde bakım hizmeti programı”, çalışma karşılığında sosyal yardım sağlayan bir başka programdır.

Bu bildiride yalnızca İŞKUR tarafından yürütülen toplum yararına (çalışma) programı ve işbaşı eğitim programı uygulamaları incelenecek ve değerlendirilecektir. Bildiri, her geçen gün önem kazanan bu iki programın özelliklerini eleştirel bir yaklaşımla belirlemeyi ve bu programların, işgücü piyasası ile katılımcılar üzerindeki etkilerini açıklamayı amaçlamaktadır.”

  • Toplum Yararına (Çalışma) Programları -TY(Ç)P
    • Unsurları
    • Hedef Grup ve Katılımcıların Belirlenmesi
    • Çalışma Koşulları
    • TY(Ç)P’nin Etkileri
  • İşbaşı Eğitim Programı -İEP
    • Hedef Grup ve Katılımcıların Belirlenmesi
    • Çalışma Koşulları
    • İEP’in Etkileri
  • Programların Finansmanı
    Sonuç
    Kamu kesiminde TY(Ç)P, özel kesimde ise EİP adı verilen uygulamalar, sosyal yardım karşılığında çalışma yöntemini, istihdam politikasının temel araçlarından biri haline getirilmiştir. Bunun sonucunda işgücü piyasasında, kötü, yapay, geçici, güvencesiz ve eğreti işlerden oluşan, düşük sosyal koruma düzeyinde, kalıcı olarak yerleşmiş ve devlet tarafından 20 desteklenen büyük bir katman yaratma tehlikesi ortaya çıkmıştır. Gerçekte işyerlerinde fiili olarak çalışan ama hukuk sistemi ve kamu kuruluşları tarafından çalışan olarak kabul edilmeyen bir çalışan grubu yaratılmaktadır. Kısacası ülkemizde zaten kötü olan işgücü piyasası yapısı ve çalışma koşulları, bu programlar aracılığıyla daha da tahrip edilmektedir. Bu süreçte TY(Ç)P ve EİP gibi programların kalıcılaşması ve yaygınlaşmasının birçok olumsuz ekonomik ve sosyal sonucunun olabileceği göz ardı edilmektedir. Politik otorite, karar vericiler ve uygulayıcılar tarafından bu programlara abartılı övgüler yapılmakta, programlar sayesinde istihdam ve yoksulluk sorunlarının çözülmekte olduğuna dair umutlar yaratılmaktadır. Farklı ülkelerde ki bu tür uygulamaların sonuç ve etkilerinin değerlendirmesine dönük yaygın bir literatür oluşmuş durumdadır. Buna göre bu tür programların olumlu etkilerine vurgu yapan savunucuları dahi programlarının kapsamına giren hedef grubun dikkatli ve özel olarak belirlenmesi, programlar tasarlanır ve uygulanırken olumsuz etkilerinin göz önünde bulundurulmasına yönelik çok sayıda önerinin yaşama geçmesini, programların zaten güç olan başarısı için ön koşul olduğunu belirtmektedir. Buna rağmen Türkiye’de İŞKUR tarafından uygulanan bu programlarda belirlenmiş bir hedef grup olmadığı gibi diğer ülke deneyimlerinden esinlenen ön koşullara özen gösterme veya uyma yönünde bir eğilim de yoktur. İktidar, üzerindeki istihdam baskısını hafifletmek için bu programları esneklik ve kuralsızlık içeren bir “tampon” olarak kullanmaktadır. Aynı zamanda programların içerdiği güvencesizlik dolayısıyla katılımcılar üzerinde politik kontrol kurduğuna yönelik ciddi eleştiri ve kuşkular bulunmaktadır. Bunun dışında hem katılımcıların belirlenmesi hem de katılımcıların işyerlerinde çalışma sırasında çeşitli aktörlerden kaynaklanan kötü niyetli, yozlaşmış, hukuka aykırı, ayrımcılık veya kayırmacılık içeren keyfi koşul ve davranışlara uğradıkları bilinmektedir.”

Türkiye’de Çalışmada Sağlık ve Güvenlik Sorunları/Recep Kapar

(içinde) Zor Zamanlarda Emek: Türkiye’de Çalışma Yaşamının Güncel Sorunları  (Derleyenler: Ahmet Makal ve Aziz Çelik), İmge Kitapevi, Ankara, 2017.

https://www.imge.com.tr/kitap/zor-zamanlarda-emek-turkiye-de-calisma-yasaminin-guncel-sorunlari-ahmet-selamoglu-9789755338828

Giriş
İnsanlar yaşamak için çalışsa da, çalışmak insan sağlığına ve yaşamına zarar veren bir uğraştır. Günümüzde işyerleri, üretim süreçleri ve çalışma ortamları insanlar için en tehlikeli yerlerdir. Uluslararası Çalışma Örgütünün (UÇÖ) tahminlere göre dünyada günde 6 bin 300, yılda ise 2 milyon 300 bin çalışan iş kazası veya işle ilgili bir hastalık nedeniyle ölmektedir. Her yıl iş kazasından veya işle ilgili bir hastalıktan ölen çalışanların sayısının, savaş ve çatışmalarda ölenlerden üç kat fazla olduğu söylenmektedir. [1]

Ancak çalışmanın insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek ve sağlık bozucu sonuçlarını gidermek olanaklıdır. İş kazası ve meslek hastalıklarını, çalışmanın olmazsa olmaz, değiştirilemez bir gerçeği, yani “fıtrat” ı, çalışanların “kader” i olarak görmek insan uygarlığının birikimlerinden olan bilimsel öğretiye aykırıdır. Çalışmaktan kaynaklanan tehlikeleri kaçınılmaz ve olağan gören, çalışanların yaptıkları işin risklerini bilerek kendi istekleri ile çalışmayı kabul ettiklerini ve bunun karşılığında da ücretlerini aldıklarını kabul eden yanlış bir yaklaşım kökleşmiş durumdadır. Yaşamak için çalışmak zorunda olanların ekonomik öncelikler ve işverenlerin çıkarları için sağlıklarını ve yaşamlarını kaybetmeleri, insanların sahip oldukları yaşam hakkına bütünüyle aykırı olduğu gibi kamu düzeni ve toplum yararı için temel bir tehdittir. Yakın tarihte insan yaşamını ekonomik çıkarlar uğruna feda eden toplumların uğradıkları yıkımlara ilişkin çok sayıda örnek bulunmaktadır.

Bu bölümde Türkiye’de çalışmada sağlık ve güvenlik alanında yaşanan güncel sorunlar üzerinde odaklanılacaktır. Ancak sorunun boyutları ve içerdiği karmaşık unsurlar dolayısıyla, konuyu bir kitap bölümünün sınırları içerisinde tüm ayrıntısıyla değinmek olanaklı değildir. Bu nedenle sorunun çok önemli gördüğümüz bazı temel belirleyicileri ve unsurları eleştirel bir çerçevede ele alınmakla yetinilecektir.

  • Kavramsal Çerçeve
  • Uluslararası Etkiler
  • Sayısal Göstergeler
    • Meslek Hastalıkları
    • İş Kazaları
  • Doğrudan veya Dolaylı Dışlananlar
  • Geleneksel Yaklaşımın Ötesine Geçmek
    • Hizmet Sektörü
    • Kamu Kesimi
    • İşyeri ve İşgücü Piyasası Koşullarını Birlikte Ele Almak
  • Yetersiz Sosyal Politikalar Karşısında Güvenlik Kültürü
  • İşyerlerinde Sağlık ve Güvenlik Hizmetleri
    • Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri
    • İş Güvenliği Uzmanları ve İşyeri Hekimleri
  • İş Denetim Sistemi
  • Yargı Süreci

Sonuç
Türkiye’de çalışmada sağlık ve güvenlik sorunları ciddi bir sosyal sorun olarak belirmektedir. Ancak yürütülen politikaların ve çalışma yönetiminin yetersizliği dolayısıyla bu sorunun ulaştığı boyutlar, etkileri hakkında yeterli ve uygun bilgilere ulaşılamamaktadır. Ulaşılan bilgiler ise sınırlı ve güvenilmezdir.

2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği Yasası, halen tam olarak yürürlüğe girememiştir. Küçük işyerleri ve kamu kurumları bakımından temel nitelikteki önemli birçok işveren yükümlülüğünün yürürlüğe girmesi sürekli olarak ertelenmektedir. Yasa, geçen yılların ardından çalışmada sağlık ve güvenlik sorunlarına bir çözüm getiremediği gibi, “iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin” piyasalaşmasından kaynaklanan yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır.

Yasanın çalışanlara, uzman ve hekimlere tanıdığı hak ve görevler, yeterli uygun güvencelerin bulunmaması nedeniyle yaşama geçmemektedir. Buna karşılık iş yargısı ve iş denetimi sistemindeki yetersizlikler nedeniyle çalışanların sağlık ve güvenliğinden sorumlu olan işverenler sorumluluklarından kurtulma olanağı bulabilmektedir.

Diğer yandan çalışmada sağlık ve güvenlik önlemleri kurumsal ekonomide işçi, memur gibi işverene bağlı çalışma ilişkisini esas almaktadır. Ancak istihdamın çok katmanlı yapısı nedeniyle ülkede ücretli diğer deyişle bağımlı çalışan olmayan veyahut enformel ekonomide milyonlarca insan bulunmaktadır. Örneğin kırsal kesimde tarım sektöründe bağımlı veya kendi hesabına çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarına odaklanan bir sistem yoktur.

İşyerlerinde sendikal örgütlenmenin ve uygulanan bir toplu iş sözleşmesinin varlığı ile çalışan sağlığı ve güvenliği sorunlarının çözümü arasında doğrusal bir ilişki vardır. Bu nedenle çalışanların örgütlenmesi, çıkar ve haklarının toplu temsili iş kazası ve meslek hastalıklarını azaltabilmektedir. Ancak bu doğrusal ilişki her koşulda gerçekleşmemektedir. Sendikal örgütlenmenin niteliği, faaliyetleri ve işleyişi, evrensel sendikal örgütlenme hak ve özgürlüğünün bireysel ve kolektif unsurlarına uymuyorsa, diğer deyişle sendikalar, devlet ve işverenler karşısında bağımsız değilse, iç işleyişi demokratik kurallara çelişiyorsa, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmak bir yana artmasına yol açacaktır.

Türkiye’de Sosyal Yardım Sisteminde Çalışma Yoklaması/Recep Kapar

(içinde) Sosyal Yardım Alanlar, Emek, Geçim, Siyaset ve Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri (Derleyen Denizcan Kutlu), İletişim Yayınları, İstanbul, 2018

https://iletisim.com.tr/kitap/sosyal-yardim-alanlar/9558

Giriş
Türkiye’de yeni gelişmekte olan sosyal yardım sistemi, farklı nitelikteki özel grupları ayrı
ayrı kapsayan çok sayıda programdan oluşan, bütünsellikten uzak ve parçalı bir nitelik
taşımaktadır. Programların özel grupları kapsama amacı, ayrıntılı yoklamaları zorunlu
kılmaktadır. Yoklama süreci, sadece muhtaçlığı belirlemek amacıyla yapılan gelir ve servet
yoklamaları olarak anlaşılmamalıdır. Servet ve gelir yoklaması dışında, medeni durum,
çocuğun okula devam etmesi, düzenli sağlık bakımına gidilmesi, erkek çocuğun askere gidip
gitmediği gibi çok farklı alanlarda yoklamalar da yapılmaktadır. Son yıllarda “sosyal yardım
sisteminin istihdam ile bağlantısının geliştirilmesi” olarak adlandırılan bir yaklaşımla, çalışma
yoklaması (work test) kurumsallaştırılmaktadır.

Bu kitap bölümünde sosyal yardım sistemi içinde yer alan diğer yoklama biçimlerine
değinilmeyecek, sadece sosyal yardım yararlanıcısının işgücü piyasası statüsünü belirleyen ve
bu statüyü değiştirmeye yönelmiş yoklama süreci üzerinde durulacaktır. Ayrıca, Türkiye’de
sosyal yardım-istihdam ilişkisinin hem kurumsal temelde hem de yardımlardan yararlananlar
bakımından gerçekleşme biçimleri değerlendirilecektir. Bu çerçevede, çalışma yoklamasının
ekonomik ve sosyal sonuçları yanında, işgücü piyasası ve yoksullar üzerindeki etkileri genel
hatları ile tartışılacaktır.

  • Çalışma Yoklaması (Work Test)
  • Türkiye’de Çalışma Yoklaması
  • Mesleki Eğitim Programları
  • Mesleki Eğitim Programları
  • İstihdam Yardımları
  • Sosyal Sigorta Primi İşveren Payı Teşviki
  • Çalıştırmacı Programlar

Sonuç ve Değerlendirme
Devlet, işgücü piyasasının işverenlerin bulunduğu istem yanına, çalışanları ve toplumu koruyucu nitelikte müdahaleler yapmaktan kaçınmaktadır. Buna karşılık devlet, sunum tarafında yer alan dışlanmışlara, işsizlere ve sosyal ekonomik bakımdan güçsüz olan çalışanlara daha çok davranışsal gerekler ve zorunluluk içeren koşullar dayatan müdahalelerde bulunmaktadır. Yoklamalara, yaptırımlara ve izlemeye dayanan bu müdahale yapısının temel gerekçesi “aktif hale getirme” olarak belirtilirken, araçları ise “sosyal yardım-istihdam bağlantısının güçlendirilmesi” başlığı altında toplanmaktadır.

Sosyal yardım sisteminde çalışma yoklaması gerekleri katılaştıkça, gelir desteğine gereksinim duyanların işveren karşısında pazarlık gücü ortadan kalmaktadır. Aynı zamanda bu tür uygulamalar, sosyal yardımlardan yararlanma hakkını zayıflatmaktadır. Sosyal yardım, artık bir insan hakkı olarak değil, çalışma yoklamasının konusunu oluşturan bir dizi yükümlülüğün yerine getirilmesine bağlı olarak sağlanan bir destek olarak ele alınmaktadır.

Çalışma yoklaması ile yaşama geçirilen aktif hale getirme yaklaşımı, işgücü piyasasında kamu olanakları ile oluşturulmuş ve finanse edilen yapay ama kalıcı bir katmanın oluşmasına yol açmıştır. İşgücü piyasasının bu en güvencesiz katmanında bulunan sosyal olarak dışlanmışlar, yoksullar, işsizler bir kısır döngü içinde kalmaktadır. Bu kimseler, sosyal yardım karşılığında çalışma ve mesleki eğitim alma statüsünden çıktıklarında, gerçek işgücü piyasasında uygun işlerde istihdam olanağı bulamamakta, sosyal yardımlara erişebilmek için tekrar AİPP’lere katılmaktadır.

Korunmaya gereksinim duyanların sosyal yardımlar aracılığıyla aktif hale getirilmeleri, çalışmalarının ve üretici olmalarının sağlanması amaçları ilk bakışta olumlu anlamlar içermektedir. Ancak sosyal yardımların istihdamla bağlantısının güçlendirilmesi amacının dayandığı kuramsal ve pratik gerekçeler, işgücü piyasasındaki gerçek koşulları göz ardı etmektedir. Yeterli sayıda işin yaratılmadığı, işsizliğin yüksek ve uzun süreli olduğu, düşük ücretli çalışma ile birlikte çalışan yoksulluğunun yaygın olduğu bir işgücü piyasasında, aktif hale getirme, yoksulluğun çözüm yöntemi değildir. Böylesi koşullar altında sosyal yardıma gereksinim duyanları, işgücü piyasasına katılma ve olabildiğince kısa süre içinde bir işte çalışma yönünde zorlamak, aktif olma yükümlülüğüne uyulmadığında yardımın bağlanmaması veya kesilmesi gibi yaptırımlar uygulamak işgücü piyasasının sorunlarını daha da ağırlaştıracaktır. İşgücü piyasasında çalışanlar arasında rekabeti arttıran, buna karşılık işverenlere teşvik sağlayan aktifleştirme stratejileri, çalışma koşullarını kötüleştirmektedir. Aktifleşme stratejisi, ekonominin uygun nitelikte ve yeterli sayıda yeni istihdam yaratamadığı dönemlerde yoksulların ve işsizlerin güvence düzeyini geriletmekte, bu kesimlere üstesinden gelemeyecekleri sorumluluklar yüklemekte ve sosyal hakların gerçekleşmesini güçleştirmektedir.

Çalışma yoklaması yoksulluğun çok boyutlu ve karmaşık yapısını yok saymaktadır. Gerçekten de çalışabilir durumda olmanın ölçütleri belirgin değildir. Kimlerin çalışabilir durumda olduğunun belirlenmesi İş ve Meslek Danışmanları ile SYDV çalışanlarının idari kararlarına bırakılmıştır. Uygulamada hukuki olarak engelli kabul edilmeyen ve çalışma çağında yer alan yoksullar çalışabilir olarak nitelenmektedir. Ancak bu genel geçer değerlendirme her zaman gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü çalışma çağı nüfusu içinde olan birçok yoksul, engelli olarak kabul edilmediği halde, çalışmasına engel olacak nitelikte fiziksel, ruhsal veya sosyal sağlık sorunları yaşayabilmektedir. Ayrıca yoksulun, sosyalleşme sürecinde karşılaştığı yetersiz ve uygun olmayan eğitim, konut, ulaşım olanağı gibi sorunlar ile sosyal dışlanma, kültürel ve sosyal ilişkiler gibi birçok unsur çalışabilir durumda olma üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır. Çalışma yoklamasının dayandığı çalışabilirlik yaklaşımı, yoksulluğun ve işsizliğin insanın çalışma gücü üzerindeki çok yönlü yıkıcı etkilerini görmezden gelmektedir. Yapısallaşmış sorunlar içinde yaşayan güvencesiz yoksullar ile işsizlerin, İŞKUR tarafından yürütülen kısa süreli, gelip geçici, eğreti nitelikte kurs ve programlar aracılığıyla mesleki vasıflarını ve istihdam edilebilirliklerini geliştirme amacı gerçekçi değildir.

Yoksulların çalışmak yerine tembelliği ve sosyal yardım bağımlılığını seçebilecekleri, bağımlılığın önüne geçmek için de çalışma yoklamasının gerekli olduğuna ilişkin gerekçeler, birçok bakımdan geçersizdir. Her şeyden önce Türkiye’de sosyal yardımların önemli bir kısmı düzensizdir ve sağlanan korumanın düzeyi oldukça düşüktür. İşsizlere yönelik özel bir işsizlik yardımı sistemi bulunmamakta, yalnızca çok az sayıda işsizin yararlanabildiği düşük düzeyde koruma sağlayan bir işsizlik sigortası varlığını korumaktadır. İşsizlik yardımı gereksinimi ise, diğer sosyal yardımlar ve AİPP’ler bütünleştirilerek giderilmeye çalışılmaktadır. Sosyal yardımlara ayrılan kaynaklar, yararlanıcıların sayısı ve programların çeşitliliği artmasına rağmen, toplumda sosyal koruma açığı belirgin bir biçimde varlığını sürdürmektedir.

Ayrıca yoksulların çalışmadıkları için yoksul oldukları, çalışmaya başlarlarsa yoksulluktan kurtulacakları ve sosyal yardıma gereksinim duymayacakları varsayımı, işgücü piyasası gerçekleri tarafından yanlışlanmaktadır. Türkiye’de çalıştığı halde yoksul olanlar önemli bir sorun olarak belirmektedir. Yoksulların önemli bir kısmı, ekonomik olarak aktif olmadıkları ve istihdam edilmedikleri için değil, yaratılan istihdamın yeterli ve uygun olmaması, işgücü piyasasındaki kötü ve güvencesiz işler, düşük gelir ile birleşen eğreti çalışma koşulları nedeniyle yoksuldur.