Türkiye’de Çalışmada Sağlık ve Güvenlik Sorunları/Recep Kapar

(içinde) Zor Zamanlarda Emek: Türkiye’de Çalışma Yaşamının Güncel Sorunları  (Derleyenler: Ahmet Makal ve Aziz Çelik), İmge Kitapevi, Ankara, 2017.

https://www.imge.com.tr/kitap/zor-zamanlarda-emek-turkiye-de-calisma-yasaminin-guncel-sorunlari-ahmet-selamoglu-9789755338828

Giriş
İnsanlar yaşamak için çalışsa da, çalışmak insan sağlığına ve yaşamına zarar veren bir uğraştır. Günümüzde işyerleri, üretim süreçleri ve çalışma ortamları insanlar için en tehlikeli yerlerdir. Uluslararası Çalışma Örgütünün (UÇÖ) tahminlere göre dünyada günde 6 bin 300, yılda ise 2 milyon 300 bin çalışan iş kazası veya işle ilgili bir hastalık nedeniyle ölmektedir. Her yıl iş kazasından veya işle ilgili bir hastalıktan ölen çalışanların sayısının, savaş ve çatışmalarda ölenlerden üç kat fazla olduğu söylenmektedir. [1]

Ancak çalışmanın insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek ve sağlık bozucu sonuçlarını gidermek olanaklıdır. İş kazası ve meslek hastalıklarını, çalışmanın olmazsa olmaz, değiştirilemez bir gerçeği, yani “fıtrat” ı, çalışanların “kader” i olarak görmek insan uygarlığının birikimlerinden olan bilimsel öğretiye aykırıdır. Çalışmaktan kaynaklanan tehlikeleri kaçınılmaz ve olağan gören, çalışanların yaptıkları işin risklerini bilerek kendi istekleri ile çalışmayı kabul ettiklerini ve bunun karşılığında da ücretlerini aldıklarını kabul eden yanlış bir yaklaşım kökleşmiş durumdadır. Yaşamak için çalışmak zorunda olanların ekonomik öncelikler ve işverenlerin çıkarları için sağlıklarını ve yaşamlarını kaybetmeleri, insanların sahip oldukları yaşam hakkına bütünüyle aykırı olduğu gibi kamu düzeni ve toplum yararı için temel bir tehdittir. Yakın tarihte insan yaşamını ekonomik çıkarlar uğruna feda eden toplumların uğradıkları yıkımlara ilişkin çok sayıda örnek bulunmaktadır.

Bu bölümde Türkiye’de çalışmada sağlık ve güvenlik alanında yaşanan güncel sorunlar üzerinde odaklanılacaktır. Ancak sorunun boyutları ve içerdiği karmaşık unsurlar dolayısıyla, konuyu bir kitap bölümünün sınırları içerisinde tüm ayrıntısıyla değinmek olanaklı değildir. Bu nedenle sorunun çok önemli gördüğümüz bazı temel belirleyicileri ve unsurları eleştirel bir çerçevede ele alınmakla yetinilecektir.

  • Kavramsal Çerçeve
  • Uluslararası Etkiler
  • Sayısal Göstergeler
    • Meslek Hastalıkları
    • İş Kazaları
  • Doğrudan veya Dolaylı Dışlananlar
  • Geleneksel Yaklaşımın Ötesine Geçmek
    • Hizmet Sektörü
    • Kamu Kesimi
    • İşyeri ve İşgücü Piyasası Koşullarını Birlikte Ele Almak
  • Yetersiz Sosyal Politikalar Karşısında Güvenlik Kültürü
  • İşyerlerinde Sağlık ve Güvenlik Hizmetleri
    • Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri
    • İş Güvenliği Uzmanları ve İşyeri Hekimleri
  • İş Denetim Sistemi
  • Yargı Süreci

Sonuç
Türkiye’de çalışmada sağlık ve güvenlik sorunları ciddi bir sosyal sorun olarak belirmektedir. Ancak yürütülen politikaların ve çalışma yönetiminin yetersizliği dolayısıyla bu sorunun ulaştığı boyutlar, etkileri hakkında yeterli ve uygun bilgilere ulaşılamamaktadır. Ulaşılan bilgiler ise sınırlı ve güvenilmezdir.

2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği Yasası, halen tam olarak yürürlüğe girememiştir. Küçük işyerleri ve kamu kurumları bakımından temel nitelikteki önemli birçok işveren yükümlülüğünün yürürlüğe girmesi sürekli olarak ertelenmektedir. Yasa, geçen yılların ardından çalışmada sağlık ve güvenlik sorunlarına bir çözüm getiremediği gibi, “iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin” piyasalaşmasından kaynaklanan yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır.

Yasanın çalışanlara, uzman ve hekimlere tanıdığı hak ve görevler, yeterli uygun güvencelerin bulunmaması nedeniyle yaşama geçmemektedir. Buna karşılık iş yargısı ve iş denetimi sistemindeki yetersizlikler nedeniyle çalışanların sağlık ve güvenliğinden sorumlu olan işverenler sorumluluklarından kurtulma olanağı bulabilmektedir.

Diğer yandan çalışmada sağlık ve güvenlik önlemleri kurumsal ekonomide işçi, memur gibi işverene bağlı çalışma ilişkisini esas almaktadır. Ancak istihdamın çok katmanlı yapısı nedeniyle ülkede ücretli diğer deyişle bağımlı çalışan olmayan veyahut enformel ekonomide milyonlarca insan bulunmaktadır. Örneğin kırsal kesimde tarım sektöründe bağımlı veya kendi hesabına çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarına odaklanan bir sistem yoktur.

İşyerlerinde sendikal örgütlenmenin ve uygulanan bir toplu iş sözleşmesinin varlığı ile çalışan sağlığı ve güvenliği sorunlarının çözümü arasında doğrusal bir ilişki vardır. Bu nedenle çalışanların örgütlenmesi, çıkar ve haklarının toplu temsili iş kazası ve meslek hastalıklarını azaltabilmektedir. Ancak bu doğrusal ilişki her koşulda gerçekleşmemektedir. Sendikal örgütlenmenin niteliği, faaliyetleri ve işleyişi, evrensel sendikal örgütlenme hak ve özgürlüğünün bireysel ve kolektif unsurlarına uymuyorsa, diğer deyişle sendikalar, devlet ve işverenler karşısında bağımsız değilse, iç işleyişi demokratik kurallara çelişiyorsa, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmak bir yana artmasına yol açacaktır.

Türkiye’de Sosyal Yardım Sisteminde Çalışma Yoklaması/Recep Kapar

(içinde) Sosyal Yardım Alanlar, Emek, Geçim, Siyaset ve Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri (Derleyen Denizcan Kutlu), İletişim Yayınları, İstanbul, 2018

https://iletisim.com.tr/kitap/sosyal-yardim-alanlar/9558

Giriş
Türkiye’de yeni gelişmekte olan sosyal yardım sistemi, farklı nitelikteki özel grupları ayrı
ayrı kapsayan çok sayıda programdan oluşan, bütünsellikten uzak ve parçalı bir nitelik
taşımaktadır. Programların özel grupları kapsama amacı, ayrıntılı yoklamaları zorunlu
kılmaktadır. Yoklama süreci, sadece muhtaçlığı belirlemek amacıyla yapılan gelir ve servet
yoklamaları olarak anlaşılmamalıdır. Servet ve gelir yoklaması dışında, medeni durum,
çocuğun okula devam etmesi, düzenli sağlık bakımına gidilmesi, erkek çocuğun askere gidip
gitmediği gibi çok farklı alanlarda yoklamalar da yapılmaktadır. Son yıllarda “sosyal yardım
sisteminin istihdam ile bağlantısının geliştirilmesi” olarak adlandırılan bir yaklaşımla, çalışma
yoklaması (work test) kurumsallaştırılmaktadır.

Bu kitap bölümünde sosyal yardım sistemi içinde yer alan diğer yoklama biçimlerine
değinilmeyecek, sadece sosyal yardım yararlanıcısının işgücü piyasası statüsünü belirleyen ve
bu statüyü değiştirmeye yönelmiş yoklama süreci üzerinde durulacaktır. Ayrıca, Türkiye’de
sosyal yardım-istihdam ilişkisinin hem kurumsal temelde hem de yardımlardan yararlananlar
bakımından gerçekleşme biçimleri değerlendirilecektir. Bu çerçevede, çalışma yoklamasının
ekonomik ve sosyal sonuçları yanında, işgücü piyasası ve yoksullar üzerindeki etkileri genel
hatları ile tartışılacaktır.

  • Çalışma Yoklaması (Work Test)
  • Türkiye’de Çalışma Yoklaması
  • Mesleki Eğitim Programları
  • Mesleki Eğitim Programları
  • İstihdam Yardımları
  • Sosyal Sigorta Primi İşveren Payı Teşviki
  • Çalıştırmacı Programlar

Sonuç ve Değerlendirme
Devlet, işgücü piyasasının işverenlerin bulunduğu istem yanına, çalışanları ve toplumu koruyucu nitelikte müdahaleler yapmaktan kaçınmaktadır. Buna karşılık devlet, sunum tarafında yer alan dışlanmışlara, işsizlere ve sosyal ekonomik bakımdan güçsüz olan çalışanlara daha çok davranışsal gerekler ve zorunluluk içeren koşullar dayatan müdahalelerde bulunmaktadır. Yoklamalara, yaptırımlara ve izlemeye dayanan bu müdahale yapısının temel gerekçesi “aktif hale getirme” olarak belirtilirken, araçları ise “sosyal yardım-istihdam bağlantısının güçlendirilmesi” başlığı altında toplanmaktadır.

Sosyal yardım sisteminde çalışma yoklaması gerekleri katılaştıkça, gelir desteğine gereksinim duyanların işveren karşısında pazarlık gücü ortadan kalmaktadır. Aynı zamanda bu tür uygulamalar, sosyal yardımlardan yararlanma hakkını zayıflatmaktadır. Sosyal yardım, artık bir insan hakkı olarak değil, çalışma yoklamasının konusunu oluşturan bir dizi yükümlülüğün yerine getirilmesine bağlı olarak sağlanan bir destek olarak ele alınmaktadır.

Çalışma yoklaması ile yaşama geçirilen aktif hale getirme yaklaşımı, işgücü piyasasında kamu olanakları ile oluşturulmuş ve finanse edilen yapay ama kalıcı bir katmanın oluşmasına yol açmıştır. İşgücü piyasasının bu en güvencesiz katmanında bulunan sosyal olarak dışlanmışlar, yoksullar, işsizler bir kısır döngü içinde kalmaktadır. Bu kimseler, sosyal yardım karşılığında çalışma ve mesleki eğitim alma statüsünden çıktıklarında, gerçek işgücü piyasasında uygun işlerde istihdam olanağı bulamamakta, sosyal yardımlara erişebilmek için tekrar AİPP’lere katılmaktadır.

Korunmaya gereksinim duyanların sosyal yardımlar aracılığıyla aktif hale getirilmeleri, çalışmalarının ve üretici olmalarının sağlanması amaçları ilk bakışta olumlu anlamlar içermektedir. Ancak sosyal yardımların istihdamla bağlantısının güçlendirilmesi amacının dayandığı kuramsal ve pratik gerekçeler, işgücü piyasasındaki gerçek koşulları göz ardı etmektedir. Yeterli sayıda işin yaratılmadığı, işsizliğin yüksek ve uzun süreli olduğu, düşük ücretli çalışma ile birlikte çalışan yoksulluğunun yaygın olduğu bir işgücü piyasasında, aktif hale getirme, yoksulluğun çözüm yöntemi değildir. Böylesi koşullar altında sosyal yardıma gereksinim duyanları, işgücü piyasasına katılma ve olabildiğince kısa süre içinde bir işte çalışma yönünde zorlamak, aktif olma yükümlülüğüne uyulmadığında yardımın bağlanmaması veya kesilmesi gibi yaptırımlar uygulamak işgücü piyasasının sorunlarını daha da ağırlaştıracaktır. İşgücü piyasasında çalışanlar arasında rekabeti arttıran, buna karşılık işverenlere teşvik sağlayan aktifleştirme stratejileri, çalışma koşullarını kötüleştirmektedir. Aktifleşme stratejisi, ekonominin uygun nitelikte ve yeterli sayıda yeni istihdam yaratamadığı dönemlerde yoksulların ve işsizlerin güvence düzeyini geriletmekte, bu kesimlere üstesinden gelemeyecekleri sorumluluklar yüklemekte ve sosyal hakların gerçekleşmesini güçleştirmektedir.

Çalışma yoklaması yoksulluğun çok boyutlu ve karmaşık yapısını yok saymaktadır. Gerçekten de çalışabilir durumda olmanın ölçütleri belirgin değildir. Kimlerin çalışabilir durumda olduğunun belirlenmesi İş ve Meslek Danışmanları ile SYDV çalışanlarının idari kararlarına bırakılmıştır. Uygulamada hukuki olarak engelli kabul edilmeyen ve çalışma çağında yer alan yoksullar çalışabilir olarak nitelenmektedir. Ancak bu genel geçer değerlendirme her zaman gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü çalışma çağı nüfusu içinde olan birçok yoksul, engelli olarak kabul edilmediği halde, çalışmasına engel olacak nitelikte fiziksel, ruhsal veya sosyal sağlık sorunları yaşayabilmektedir. Ayrıca yoksulun, sosyalleşme sürecinde karşılaştığı yetersiz ve uygun olmayan eğitim, konut, ulaşım olanağı gibi sorunlar ile sosyal dışlanma, kültürel ve sosyal ilişkiler gibi birçok unsur çalışabilir durumda olma üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır. Çalışma yoklamasının dayandığı çalışabilirlik yaklaşımı, yoksulluğun ve işsizliğin insanın çalışma gücü üzerindeki çok yönlü yıkıcı etkilerini görmezden gelmektedir. Yapısallaşmış sorunlar içinde yaşayan güvencesiz yoksullar ile işsizlerin, İŞKUR tarafından yürütülen kısa süreli, gelip geçici, eğreti nitelikte kurs ve programlar aracılığıyla mesleki vasıflarını ve istihdam edilebilirliklerini geliştirme amacı gerçekçi değildir.

Yoksulların çalışmak yerine tembelliği ve sosyal yardım bağımlılığını seçebilecekleri, bağımlılığın önüne geçmek için de çalışma yoklamasının gerekli olduğuna ilişkin gerekçeler, birçok bakımdan geçersizdir. Her şeyden önce Türkiye’de sosyal yardımların önemli bir kısmı düzensizdir ve sağlanan korumanın düzeyi oldukça düşüktür. İşsizlere yönelik özel bir işsizlik yardımı sistemi bulunmamakta, yalnızca çok az sayıda işsizin yararlanabildiği düşük düzeyde koruma sağlayan bir işsizlik sigortası varlığını korumaktadır. İşsizlik yardımı gereksinimi ise, diğer sosyal yardımlar ve AİPP’ler bütünleştirilerek giderilmeye çalışılmaktadır. Sosyal yardımlara ayrılan kaynaklar, yararlanıcıların sayısı ve programların çeşitliliği artmasına rağmen, toplumda sosyal koruma açığı belirgin bir biçimde varlığını sürdürmektedir.

Ayrıca yoksulların çalışmadıkları için yoksul oldukları, çalışmaya başlarlarsa yoksulluktan kurtulacakları ve sosyal yardıma gereksinim duymayacakları varsayımı, işgücü piyasası gerçekleri tarafından yanlışlanmaktadır. Türkiye’de çalıştığı halde yoksul olanlar önemli bir sorun olarak belirmektedir. Yoksulların önemli bir kısmı, ekonomik olarak aktif olmadıkları ve istihdam edilmedikleri için değil, yaratılan istihdamın yeterli ve uygun olmaması, işgücü piyasasındaki kötü ve güvencesiz işler, düşük gelir ile birleşen eğreti çalışma koşulları nedeniyle yoksuldur.

 

Çalışmada Sağlık ve Güvenlik Politikalarında Toplumsal Cinsiyet/ Recep Kapar

Kitap Bölümü: (içinde) 2000’ler Türkiye’sinde Sosyal Politika ve Toplumsal Cinsiyet (Derleyenler: Saniye Dedeoğlu- Adem Yavuz Elveren), İmge Kitapevi, Ankara, 2015.

https://www.imge.com.tr/kitap/2000-ler-turkiye-sinde-sosyal-politika-ve-toplumsal-cinsiyet-derleme-9789755338224

Giriş

Kadın istihdamına ilişkin yapılan çalışmalarda istihdamın niceliksel boyutu, istihdam olanakları, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, ayrımcılığın önlenmesi, gelir eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ile sosyal güvenliğin kapsamı gibi konular öne çıkmaktadır. Ancak kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sağlık ve güvenlik riskleri, bu risklerin önlenmesi, gerçekleşen risklerin gelir ve sağlık üzerinde yarattığı olumsuzlukların giderilmesi gereken ilgiyi görmemektedir. Oysa kadınların işgücü piyasasına katılımlarının artması, kadın istihdamının enformel, eğreti ve güvencesiz alanlarda yoğunlaşması gibi çok sayıda neden, kadınların çalışırken karşılaştıkları sağlık ve güvenlik risklerini önemli hale getirmektedir.

Bu yazının amacı, Türkiye’de çalışanların sağlık ve güvenliklerini korumak amacıyla geliştirilen politikaların temel özelliklerini, değişimini ve etkilerini toplumsal cinsiyet bağlamında incelemektir. Öncelikle kadın çalışanları özel olarak koruyan geleneksel sosyal politikalar ve bu politikaların terk edilmesinin nedenleri kısaca açıklanacaktır. Devamında çalışan kadınların sağlık ve güvenliğini etkileyen güncel sorunlar ile gelişmeler değerlendirilecektir. Ardından Türkiye’de uygulanan sağlık ve güvenlik politikalarının kadın işçilere ilişkin yaklaşımı tarihsel süreçte ele alınacak, politikalardaki değişimin yönü ve gerekçeleri ortaya konacaktır. Daha sonra ulusal ölçekte konuyla ilgili sorun alanları ve işgücü piyasası koşulları belirlenerek, kadınların çalışırken karşılaştıkları risklerin niceliksel boyutu belirlenecektir. En son olarak Türkiye’de hali hazırda uygulanan politikaların toplumsal cinsiyetle bütünleştirme olanakları ile açmazları eleştirel bir çerçevede ele alınacaktır.”

Konu Başlıkları:

  • Kadın Çalışanlara Yönelik Sağlık ve Güvenlik Politikaları
  • Güncel Sorunlar
  • Türkiye’de Sağlık ve Güvenlik Politikalarının Gelişimi
    • Gece çalışması
    • Ağır ve tehlikeli işler
    • Yer altında veya su altında yapılan işler
    • Gebelik, doğum ve emzirme
  • Kadın İşçilerin Karşılaştığı İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları
    • İş Kazaları
    • Meslek Hastalıkları
    • Ölüm ve Sürekli İş Göremezlik
  • Türkiye’nin Açmazları
  • Sonuç

Türkiye’de çalışmada sağlık ve güvenliğe ilişkin haklar ve yükümlülükler yetersiz düzeyde olsa da, hukuki olarak tanımlanmıştır. Ancak çalışanların haklarını kullanmaları güvence altına alınmadığından, işveren ve çalışan arasındaki güç dengesizliğine müdahale eden sosyal politikaların yetersizliğinden çalışanlar haklarından yararlanamamaktadır. Aynı zamanda işverenlerin yükümlülüklerini belirleme ve denetlemeye ilişkin kamusal mekanizmalar zayıf, yargısal süreçler etkisizdir.

İşletmelerin rekabet gücü, karlılığı, ihracat performansı, büyümesi ve üretkenlik gibi ekonomik gerekçeler, insan yaşamının önüne geçmektedir. Toplumda “çalışanların ekonomik savaşta gerektiğinde feda edilebilecek neferler” olduğuna ilişkin algı ile birlikte “ekonomik uğraşının kaderinde ölüm, yaralanma, hastalık gibi olumsuz sağlık sonuçlarının bulunduğu” inancı yerleşmiştir. Çalışanların yaşam ve sağlıkları pahasına yaratılmış istihdamın niceliksel düzeyi, ekonomik ve sosyal başarı olarak topluma sunulmaktadır.

İşgücü piyasasında ve çalışma ilişkisinde var olan güç dengesizliğine yol açan yapısal unsurları dönüştürmeden, çalışmada sağlık ve güvenlik önlemlerini yaşama geçirmek olanaklı değildir. Çalışana risk değerleme sürecine katılma, şikâyette bulunma veya çalışmaktan kaçınma hakkı verilmiştir. Ancak çalışanlar bu haklarını kullandıkları zaman, işverenin hukuk dışı eylemleri karşısında nasıl korunacağı sorusu yanıtsızdır.

Toplumsal cinsiyet açısından konuya yaklaşıldığında, Türkiye’de erkeklerin çalışma koşullarının kötülüğüne dair eksik de olsa göstergeler bulunmaktadır. Bunlardan sorunun büyüklüğü ve derinliği kestirilebilmektedir. Ancak kadınlar bakımından çalışmada sağlık ve güvenlik sorunu bütünüyle ihmal edilmiş, “gizli” kalmış bir konudur. Kadınların istihdam edildiği alanlar, faaliyetler veya işlerin büyük bir kısmı, çalışmada sağlık ve güvenlik politikalarınca kapsanmamaktadır. Bu nedenle kadınların geçirdiği iş kazaları, yakalandığı meslek hastalıkları önlenememekte, ortaya çıkan sağlık sorunları giderilmemekte ve ekonomik zararlar karşılanmamaktadır. Aynı nedenlerle sağlığı bozan olgular istatistiklere yansımamakta, istatistiklere yansımayınca da kadın çalışanlar açısından bir sorun olmadığı inancı güçlenmektedir. Ancak eldeki çok sınırlı veriler dahi, sağlık ve güvenlik alanında kadınların sorunlarının azalmadığı, aksine arttığına dair dikkate alınması gereken işaretler taşımaktadır.

Türkiye, kadını zayıf olduğu gerekçesiyle özel olarak koruyan politikalardan, cinsiyetler karşısında tarafsız olmaya çalışan bir politik yaklaşıma yönelmektedir. Ancak çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarının toplumsal cinsiyet içeren unsurları ve sağlığın toplumsal belirleyicileri olduğu gerçeği ihmal edilmektedir. Bu nedenle ayrımcılık içermeyen, toplumsal cinsiyete duyarlı bir yaklaşımın geliştirilmesine gereksinim vardır. İşveren karşısında mesleki bağımsızlığı ve etik ilkeleri maddi güvencelerle desteklenmeyen, yeterli deneyim ve uzmanlığa sahip olmayan aktörlerden oluşan, displinlerarası yaklaşımı dışlayan, işletme önceliklerine ve piyasa işleyişine dayanan bir sağlık ve güvenlik yapısının uygun ve geçerli çözümler üretmesi güçtür. Aynı zamanda böylesi bir yapıdan toplumsal cinsiyet ile çalışmada sağlık ve güvenlik önlemlerini bütünleştirmesini beklemek de gerçekçi değildir.”

2023-2024 son sınıfları ile

2023-2024 öğretim yılı  son sınıfları ile  son dersimizi yaptık.  Sevgili gençler yolunuz açık olsun, hep iyi haberleriniz gelsin.